20. Yüzyılın Felsefi Akımı: Analitik Felsefe Nedir?

20. Yüzyılın Felsefi Akımı: Analitik Felsefe

Analitik Felsefe Nedir? Nasıl Tanımlanır? Analitik Felsefe, 20. yüzyılda ortaya çıkan ve felsefenin, modern bilimin başarısına uygun olarak mantıksal teknikler uygulayarak kavramsal açıklığa ulaşması gerektiğini savunan bir felsefe akımıdır. Birçok analitik filozof için dil, esas araçtır ve felsefe, dilin nasıl kullanılabileceğini açıklamakla ilgilidir.

Bu felsefe akımı, kendi içinde Analitik Felsefe’nin dışında kalan, genellikle Anglofon kökenli (İngilizce konuşulan ülkelerdeki) çağdaş felsefenin tüm dallarını kapsayan genel bir ifade olarak da kullanılır. Bu kapsam içinde Lojik Pozitivizm, Lojik ve Sıradan Dil Felsefesi gibi alt dallar yer alır. Bu çeşitli okullar, 20. yüzyıl başlarında Cambridge Üniversitesi’nde ve daha sonra II. Dünya Savaşı’ndan sonra Oxford Üniversitesi’nde yapılan öncü çalışmalardan türemiştir.

Analitik Felsefenin Öncüleri ve Temel İlkeleri Analitik Felsefenin öncüleri arasında Bertrand Russell, Alfred North Whitehead, G. E. Moore ve Ludwig Wittgenstein bulunmaktadır. Hegelciliğin hâkim olduğu dönemdeki idealizmi ve karmaşıklığını reddeden bu düşünürler, yeni bir kavramsal analiz türü geliştirmişler ve 20. yüzyılın ilk yarısında felsefi mantığa önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Analitik Felsefenin temel ilkeleri şunlardır: Felsefenin özgül felsefi gerçekler içermediği ve felsefenin görevinin düşüncelerin mantıksal açıklığını sağlamak olduğu; mantıksal açıklığın, felsefi önermelerin mantıksal formunun analiziyle, formal gramer ve mantıksal bir sistem simgesinin kullanımıyla mümkün olabileceği; radikal felsefi sistemlere ve büyük teorilere karşı çıkarak ayrıntılara odaklanma ve geleneksel metafiziğin ve etiğin iddialarına karşı sağduyu ve sıradan dil savunması.

Analitik Felsefenin Gelişimi ve Çağdaş Dönemi Alman matematikçi ve mantıkçı Gottlob Frege’nin çalışmaları ve özellikle “Principia Mathematica” üzerindeki Russell ve Whitehead’in çalışmaları, Analitik Felsefenin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. 1910 ve 1930 yılları arasında, analitik filozoflar, ideal bir dil analizi (Formalizm) geliştirmeye odaklandılar.

1920’lerin sonlarında, 1930’lar ve 1940’lar boyunca, Russell ve Wittgenstein’ın Formalizmi, Viyana Çemberi ve Berlin Çemberi tarafından alınarak lojik pozitivizm hareketine dönüştürüldü. 1950’lerde Wittgenstein’ın sonraki felsefesini takiben, Analitik Felsefe, Sıradan Dil Felsefesine doğru bir dönüş yaptı.

1950’ler ve 1960’lar boyunca Analitik Felsefe üzerinde yapılan sert eleştiriler sonucunda, hem Lojik Pozitivizm hem de Sıradan Dil Felsefesi popülaritesini yitirdi. Ancak, 1970’lerden sonra Britanya ve Amerika’da birçok filozof hala kendilerini “analitik” filozoflar olarak tanımlamaya devam etti. Postmodernizmin etkileriyle daha az dilsel odak ve artan bir ekletizm veya çoğulculuk görülüyor.

Çağdaş Analitik Felsefe, ayrıca Etik, Siyasi Felsefe, Estetik ve Zihin Felsefesi gibi diğer felsefe alanlarında da geniş bir çalışma yelpazesi sunmaktadır.